Merhaba Uğur Bey,
Jeoloji mühendisi genç bir girişimcisiniz. Goldaş firmasında, Asya pazarında değerli taş ve mücevherat alım satım sorumlusu çalışmışsınız. Bu işi dört yıl yaptıktan sonra Şanghay’da evlenmişsiniz ve o zamanki eşinizle birlikte şu anda içerisinde bulunduğumuz Türk lokantasını açmaya karar vermişsiniz. Kadim zamanlardan beri İpek Yolu aracılığıyla Çin’i Türkiye’ye bağlayan kervanlardan esinlenerek lokantanın adını “Kervan” olarak koymuşsunuz. Günümüzde de bu adı Türkiye’nin kültürünü tanıtmada bir metafor olarak kullanıyorsunuz. Hatta bir mülakatınızda, “Eskiden İpek Yolu’nda kervanlar Çin’den mal getirmiyor muydu? Şimdi neden bu süreci tersine işletip aynı yolu Türk yemeklerini ve kültürünü tanıtmada kullanmayalım.” diye düşündüğünüzü belirtmişsiniz.
Bunların dışında Çin’e geliş ve Kervan’ı açış maceranızla ilgili söylemek istedikleriniz var mı? Sizin Çin maceranız nasıl başladı? Neydi sizi Çin’e çeken?
Merhabalar, tekrardan hoş geldiniz (lokantamıza). Ben 2007 yılında geldim Çin’e. O zaman Goldaş’ta çalışıyordum. Jeoloji yüksek mühendisiyim ben. Mücevher taşları uzmanlığım var. Goldaş’ta çalıştığım sırada Asya Pasifik Bölgesi’nde görevlendirildim ve buraya geldim. Hem şirket temsilcisi hem de satın alma müdürü olarak Çin’de, Tayland’da ve Hong Kong’da üç yıl görev yaptım. Ardından buraları sevdim ve iş yapma potansiyeli açısından geleceği de gördüğüm için bu civarda uzun vadeli yaşamaya karar verdim. O sırada da eski eşimle tanıştım. Kendisi Şanghaylı bir hanımefendi. Burada birlikte Kervan Türk Lokantasını işletmeye başladık. İlk başlarda yerimiz ufaktı. Şu anki mekânımıza üç yıl önce taşındık. Çok büyük emeklerle Kervan’ı Şanghay’da tanınan bir lokanta haline getirdik. Bulunduğumuz yer çok merkezi bir konumda. Pek çok değerli insanı ağırladık burada ama ben burayla ilgilenirken bir taraftan da eski işlerimin takibindeydim.
Bildiğimiz kadarıyla ilk yıllar en büyük sıkıntıyı lokantadaki servis anlayışını oturtmakta yaşamışsınız; garson ve elemanlarınıza hizmet anlayışımızı anlatırken, gerekli eğitimleri verirken epey zorlanmışsınız. Aşçı bulurken ve çalıştıracağımız deneyimli ustalara vize alırken de zorluklarla karşılaşmışsınız. Kervan’ı açarken yaşadığınız zorluklar nelerdi? Eklemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Lokanta işletmeciliği çok zor bir iştir. Bizim en çok zorlandığımız konu Türk yemeklerini yaparken kullandığımız malzemeleri edinmek oluyor. Her malzemeyi bulmak mümkün değil. Türkiye’den malzeme getirtmek çok zor, siparişlerimiz bazen geliyor bazen gelmiyor. Onun dışında serviste de sorunlar yaşıyoruz. Türkiye’deki alışılmış servis sistemi Çin’de yok. Türkiye’deki sistemi oturtmak çok vakit alıyor. Örneğin çay servisini ele alalım. Çay servisinin bizim kültürümüzde çok önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Çay, demli ve sıcak servis edilmelidir. Bunu Çinli personele anlatmak ve öğretmek zaman alıyor. Yemeğin sıralamasında da sorun yaşıyoruz. Soğuk başlangıçlar, arkasından sıcak başlangıçlar, arkasından ana yemek, en son tatlı. Bu gibi geleneksel sıralamayı tabii ki sıkı bir eğitim vermeden oturtamıyoruz.
Neden yiyecek ve takı sektörlerini tercih ettiniz?
Takı sektörü aslında benim ilk mesleğim. On beş yıldır mücevherat sektöründeyim. Tabii ki lokantacılık çok zor ve zaman alıcı bir iş. Bütün gün lokantada bulunmak ve müşterilerle ilgilenmek gerekiyor. Zaten ben, bu şekilde bir iş adamının büyüyemeyeceğini anladığım için takı sektöründe de yatırım yapmaya karar verdim.
Şimdi de biraz Çin’deki fuarlardan bahsedelim isterseniz. Ülkemizden Çin’e kısa süreliğine gelenlerin büyük bölümü fuarlara katılım amacıyla geliyorlar. Siz takı ve mücevherat ile ilgili birçok fuara satıcı olarak katılıyorsunuz. Fuarlara katılım konusunda en bilgili kişilerden birisiniz. Takip edebildiğimiz kadarıyla neredeyse her ay bir fuara katılıyorsunuz. Çin’de alıcı veya satıcı olarak fuarlara katılmanın püf noktaları nelerdir?
Bu çok önemli bir konu. Ben Çin pazarında takı ticareti yapıyorum, hem toptan hem perakende satıyorum. Burada pazar araştırmasını yapmak en verimli şekilde fuarlarda yapılır. Çin’in her yerindeki fuarlara katıldım ben. Geçen yıl otuz tane fuara gittim. Fuarlarda kendi ürünlerimi tanıttım. Bu katılımlardaki en büyük amacım, başarmak istediğim en önemli iş şuydu: Çin’in her yerinde hangi ürünlere ilgi olduğunu ve hangi ürünlerde şansımızın daha yüksek olduğunu bizzat kendim tespit etmek istiyordum. Fuarlara katılmak bu yüzden çok gerekli bir iştir. Yani sattığınız ve pazarladığınız bir ürünü geri bildirimlerini çok hızlı bir şekilde alıyorsunuz oradayken. Duruma göre de pazardaki pozisyonunuzu çabucak belirliyorsunuz.
Şimdi, söyleşimizin en önemli yerlerinden birine geldik. Herkesin cevabını bulmaya çalıştığı bir soru bu: Türk insanı Çin’de nasıl başarılı olur? Sizin şöyle bir söyleminiz var: “İnsanlar, Çin’e ne satacağım sorusunu yanıtlamak için değil, Çinliler ne almak isterler sorusunu yanıtlamak için gelmeli.” Tecrübelerinize dayanarak hem Türklerin Çin’e satabileceği hem de Çinlilerin Türklerden almak isteyebileceği ürünlerin neler olabileceği hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Veya şöyle de sorabilirim: Sadece mal alıp satmak açısından değil de daha geniş bir perspektiften bakarsak, mal almak satmak da dâhil olmak üzere, Türklerin Çin’de yapabileceği ne tür işler var? Örneğin, siz hizmet sektöründe, taş ve mücevherat sektöründe faaliyet göstermeyi tercih etmişsiniz, gelecek vaat eden başka hangi sektörler var sizce?
Burada başarılı olabilmek için Çin’i çok iyi tanımak gerekir. Çünkü Çin bana göre dünyanın içinde ayrı bir dünya, uçsuz bucaksız bir ülke, çok büyük bir pazar. Birçok eyalet var, her bir eyaletinde ayrı ayrı pazarlar var, insanlar ayrı ürünler seviyorlar. Şimdi biz bir Türk olarak illa bir Türk ürünü satmak zorunda değiliz. Eğer buradaki pazarda Türkiye’de imal edilen bir ürüne ihtiyaç varsa, tabii ki bu ihtiyaç doğrultusunda bunu karşılarız. Yalnız, benim ticari vizyonum şudur: pazar neyi talep ediyorsa, pazarda ne eksik varsa; benim görevim bu ürünü pazara getirip, yerimi almaktır. Bu ürün Türkiye’de de olabilir, Endonezya’da da olabilir, Amerika’da da olabilir, Çin’de de olabilir. Hatta şunu da söylemeliyim; en başarılı olan iş insanları Çin’de gerekli olan bir şeyi Çin’de imal edip, Çin’de pazarlayanlardır. Bizim akıllı olmamız lazım, yani illa Türkiye’de çok sevilen ve Türkiye’de bolca bulunan bir ürünü Çin’e satmak zorunluluğumuz yok. Gerçekten talep varsa olur ama yoksa bu konuda diretmenin de pek bir anlamı yok. Dediğim gibi bu konunun en temelinde yatan şey; Çin’i tanımaktır. Çin’i ticari olarak tanımak, neyin kaça satıldığını bilmek, insanların nelerden hoşlandığını anlamak, insanların kültürlerini, sosyal yaşamlarını, günlük hayatlarını, yediklerini, içtiklerini, giydiklerini, bindikleri arabaları öğrenmek lazım. Bunu öğrenmek için ya kendiniz gelip buralarda yıllarca yaşayacaksınız ya da bu tecrübelere sahip insanlarla ortak çalışacaksınız.
Hatırlarsanız geçen sene Antalya’daki G20 zirvesinde, kiraz için bir anlaşma imzalamıştık. Bu seneki G20 zirvesi sırasında da Antep fıstığının Çin’e satılmasını önündeki engeller kalktı, bu adımları nasıl yorumluyorsunuz?
Çok güzel adımlar. Bildiğiniz üzere, kiraz Çin’de çok sevilen ve çok sevildiği için de fiyatı çok yüksek olan bir meyve. Yani insanlar kiraz görünce ağızlarının suyu akıyor. Bu pazarda bildiğim kadarıyla Amerikalılar var. Türk kirazının buraya gelmesi tabii ki çok önemli. Türkiye’deki imalat koşullarını da görmemiz lazım, Türkiye’de ki kapasitemiz yetecek mi buradaki talebe? Bu da çok önemli çünkü ticarette herkesin bir atışlık kurşunu var. Bir sipariş alıp malı teslim edemediğiniz zaman müşteriyi kaybediyorsunuz, o yüzden bekleyip göreceğiz. İnşallah Türk kirazında olduğu gibi Antep fıstığında da başarılı olunur. Kuruyemiş ürünleri Çin’de çok tüketilen ürünler ve bizim Antep fıstığının kalitesi bu pazarda yok. Kirazda olduğu gibi Antep fıstığında da talebin yeterliliği konusu dikkate alınmalı. Müşteri kaybetmeye tahammülümüz olmamalı.
Siz aynı zamanda DTİK’in de üyesisiniz. Biraz da DTİK ve faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
Ben Şanghay’da yaşadığım süre boyunca sosyal etkinliklere çok önem verdim. Özellikle Türk lobisi için; burada yaşayan iş adamlarının birbirleriyle tanışması ve birlikte iş yapması için, birbirlerine destek olmaları için onlarca etkinlik düzenledim. Kendi imkânlarımı kullanarak bir şeyler yapmaya çalıştım. Bu yıl mart ayındaki DEİK’te, Dünya Türk Girişimcileri konusunda bir fırsat doğdu ve seçimlere katıldım. Seçimlerde de seçildim. Neye seçildiğimi de açıklayayım. Bilindiği gibi DEİK, ya da Dış Ekonomik İlişkiler Kurumu, Türkiye’de kurulmuş bir kurum ve bunun içinde konseyler var. Özel iş konseyleri bunlar. Benim üyesi olduğum iş konseyi de Dünya Türk İş Adamları Konseyi. Bu konseyin iş kapsamı çok geniş. Yedi tane büyük bölge var ve üç binden fazla üyesi var. DEİK içerisindeki en büyük konsey bizim konseyimizdir. Bu konseyin kısaltılmış adı DTİK’tir. Biz de bu konseyin Asya Pasifik İş komitesindeyiz ve yedi kişiyiz. Bu komitede iki kişi Çin’den, ben ve Can Zıplar. Bunun dışında Japonya’dan iki tane üyemiz var. Bir üyemiz Avusturalya’dan, bir diğer üyemiz de Hong Kong’dan. Komite olarak, DTİK’in vizyonu ve misyonuna paralel bir şekilde Türk lobisini geliştirme adına etkinlikler düzenliyoruz. Örneğin, bu eylül ayının 22’sinde, iş adamları toplantısı olacak. Bu toplantının duyurusunu yeni düzenledim. Bu toplantıda burada yaşayan Türkler bir araya geliyoruz. Her toplantının bir konuşmacısı oluyor. Önceden belirlenmiş bir gündem maddesi üzerinde önce bir sunum yapılıyor. Ardından da soru cevap şeklinde toplantı devam ediyor. Bu toplantıları biz komite olarak, katılımcılardan ücret talep etmeksizin yapıyoruz. Herkese açık düzenliyoruz. Şimdiye kadar yapılan toplantılar çok başarılı geçti. Birçok toplantımıza başkonsolosumuz ve ticari ataşelerimiz geldi. Önümüzdeki hafta yapılacak olan toplantıya ticari ataşemiz de katılacak. Yeni başkonsolosumuz Şanghay’a henüz gelmediği için onun katılımı gerçekleşemiyor maalesef. Tüm bu yapılan icraatlar gönüllülük esasıyla yürütülüyor. Bunun da altını çizmek isterim. Bağlı bulunduğumuz kurumdan tarafımıza ödenen herhangi bir ücret ya da yapılan bir yardım yoktur. Tüm masraflar tamamen bize aittir. Milli bir görevi yerine getirmiş olmanın gururunu yaşamaktan başka da bir kazancımız yok.
Son olarak, bildiğiniz gibi Çin yeni İpek Yolu girişimini başlattı; Orta Asya, Afrika, Avrupa’yı altyapı projeleri ile birbirine bağlayacak. Bu projelere dudak uçuklatacak bütçeler ayırdığını açıkladı. İpek Yolu girişiminin beş sacayağından bir tanesi de halklar arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi. Türk ve Çin halkları arasında şu andaki durum göz önünde bulundurulduğunda sizce nasıl adımlar atılabilir? İş dünyası bu konuda neler yapabilir?
Türk ve Çin halkı birbirlerini yeteri kadar tanımıyor. Bu durum bizim için çok büyük bir problem. Örneğin, Kore ve Japonya halkları bizleri daha iyi tanıyor. Çin halkının bizleri daha iyi tanıyabilmesinin en kolay yolunun turizmin olacağına inanıyorum ben. Turizmin gelişmesi için iki taraf hükümetinin de anlaşması lazım. Gerekli protokollerin imzalanması gerekir. Türkiye’de, bilindiği üzere, güvenlik sıkıntıları var. Bu güvenlik sıkıntılarının bir an önce sonlanmasını diliyorum. Çinliler çok evhamlı insanlardır, en ufak bir şeyde karar değiştirirler. Yağmur bile yağsa dışarı çıkmayan insanlar Çinliler! Bu yüzden her şeyden önce güvenlik tahsis edilmeli. Türkiye’yi seviyorlar, Türk yemeklerini seviyorlar, Türkiye’nin doğasını seviyorlar. Gitmek isteyen çok insan var. Geçen yıl Türkiye’ye 300 bin civarında Çinli turist gitti. Bu yılki 500 binlik hedefe güvenlik sorunlarımızdan dolayı ulaşılamadı. Dediğim gibi turizm çok önemli bir konu. Tabii bu arada, Çin’deki televizyon kanallarında Türk filmlerinin ve dizilerinin gösterilmesi de büyük bir şey, Türk halkının tanıtılması konusunda, Çin’in “İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve 21. Yüzyıl Deniz İpek Yolu” (Kuşak ve Yol) girişimi de buna çok büyük destek olacak. Çünkü “Kuşak ve Yol”da ulaşım çok rahatlayacak, iki taraf için de hem turizm hem de ticaret kolaylaşacak. “Kuşak ve Yol” sayesinde ürünlerin hızlı bir şekilde karşılıklı ulaştırılması, iki tarafın ticaretinin hacmini genişletecektir. Ben hayırlı olacağına inanıyorum. Türkiye’de de aynı şekilde Çin’i tanıtmamız lazım. Çin’in daha samimi, daha sevecen bir şekilde tanıtılması lazım. Türkiye’den turistler buraya pek gelmek istemiyorlar. Bu yüzden bizlerin Çin’i daha iyi tanıtmamız, Türk vatandaşlarını buraya turist olarak getirmemiz lazım. Çin’i görmeleri, tanımaları pek çok önyargıyı kıracaktır. Belki birkaç tane Çin televizyon dizisinin Türkiye’de gösterilmesi Çin kültürünün tanıtımına yardımcı olabilir. Aslında Çin halkı bize benzer bir halk, yani insanları geleneksel yaşamı tercih ediyorlar, örflere ve adetlere önem veriyorlar. Kendi içine doğru azıcık kapalı bir toplum. Kısacası yapılacak çok iş var ve bu işleri başarmak hiç de kolay değil.
Yoğun programınız içerisinde bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz Uğur Bey.
Rica ederim.
İzmir’de doğdu. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Lisesi’nde tamamladıktan sonra Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü'nden mezun oldu. 2007 yılında Çin’e yerleşip Pekin Dil ve Kültür Üniversitesi’nde 3 yıl Çince çalıştı. 2010 yılından itibaren Pekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde önce ziyaretçi öğrenci, daha sonra yüksek lisans öğrencisi olarak yapmaya başladığı çalışmalarına doktora adayı olarak devam etmektedir. Yüksek lisans tezini Türkiye – Çin ekonomik ve ticari ilişkileri üzerine yazdı. Doktora tezini, Tarihi İpek Yolu’nun yeniden canlandırılmasının Türkiye – Çin arasındaki ekonomik, ticari, siyasi ve kültürel ilişkilere etkileri üzerine yazmaktadır. Yurt içindeki ve yurtdışındaki konferanslara konuşmacı olarak katıldı; Çin üzerine yazdığı makaleleri Hürriyet Daily News ve Radikal gazetelerinde yayımlandı. E-posta: umut.ergunsu@cinhh.com
E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir
Şairin Dilinden Ejder Teknesi Bayramı
Gerçeklik Algısı Bakımından Doğu ve Batı
Konferans Peşinde Geyikli’den Zhengzhou’ya
Bir Kuşak ve Bir Yol Projesi: 21. Yüzyılın Yapı Taşı mı?
2017’ye Girerken Xi JinPing’in Yeni Yıl Mesajı
Bir Ada Düşünün!
Çin Resmi Basınından Bir Fidel Castro Yorumu: “ABD’ye Direnen Çin Halkının Sadık Dostu”
Çin’den Anerkil Bir Halk: Mosuolar
Çin-Sovyet İlişkileri: Tarihten Bir Yaprak
Çin’de Az Bilinen Bir Müslüman Azınlık: Salarlar